Blog Arşivi

29 Kasım 2015 Pazar

BATİMETRE NEDİR?

Atmosfer basıncı deniz yüzeyinden daha yükseğe çıktıkça azalmaktadır. Her 10,5 m’de bir açık havanın basıncı 1 mmHg azalır. Altimetreler bu basınç azalmasını kullanarak çalışırlar, batimetre ise suyun derinliğini basınç değişiminden faydalanarak ölçmeye yarar. Örneğin denizin dibine daldıkça basınç artacağı için aynı zamanda derinlik hesabı da yapılabilmiş olur.

BAROMETRE NEDİR?

Atmosfer basıncını ölçmek için kullanılan alettir. Hava durumunu önceden anlamakta, dağların yüksekliğini ölçmekte kullanılır. Uçakların uçtuğu yüksekliği gösteren ''altimetre'' de barometre cinsinden bir alettir. Barometrenin cıvalı ve madeni olmak üzere iki-çeşidi vardır. Deniz seviyesinde tüpteki cıvanın yüksekliği 76 sm.'dir. Hava değişikliklerine göre cıvanın yüksekliği 69 - 79 sm. arasında değişir. 9.000 metrede 22 sm.'ye kadar düşer. Cıvanın yükselmesi yüksek basıncı, yani iyi havayı, alçalması da alçak basıncı, yani kötü havayı haber verir. Cıvalı barometrenin esaslarını ilk defa 1643'te İtalyan fizikçisi Torİcelli keşfetmiştir.

Cıvalı barometreler, çabuk kırıldığı için son zamanlarda madeni barometreler kullanılır oldu. Madeni barometrelerin esasını, eğilip bükülebilir ince bir madenden yapılmış kutu teşkil eder. Havası boşaltılmış olan kutunun üstüne çelik bir yay tutturulmuştur. Yay, alttan cihazın dibine vidalanmış olan kutuyu yukarı çekik durumda bulundurur. Hava basıncı artınca, kutu içeri çöker, azalma olunca kalkar. Barometreyle 1647'de ilk defa yükseklik ölçen, Fransız fizikçisi Pascal'dır. 1939'da «bar» denen bir Ölçü birimi kabul edilmiştir. Normal şartlar altında İlk cıvanın basıncını gösterir. Hava basıncı, barın l/1000'ini gösteren «milibar»bir «bar» deniz seviyesinden 75 santimle belirtilir. Açık hava basıncını ölçmeye yarayan alet. İki çeşit barometre vardır. Birincisi civalı barometre, ikincisi metal barometre.

OSMANLI DEVLETİ NE ZAMAN KURULDU?

Osmanlı Devletinin Kuruluşu (1299)



Osmanlı devletinin kurucu su 1258 ile 1324 yılları arasında yaşamış olan Osman Gazi'dir. Daha sonraları ilk padişah sayılmışsa da, Osman Gazi, ya da sadece Osman Bey diye bilinir.

Osman Bey Oğuzlar'ın Bozok kolunun K ayı boyundan Ertuğrul Gazi (ya da Ertuğrul Bey) in oğluydu. İran'ın Merv eyaletinden Mahanda Süleyman Şah'ın egemenliği altında yaşayan Kayı boyu, Moğollar'ın saldırısı üzerine batıya göç etmişlerdi. Anadolulu'ya gelişleri 13. yüz yılın ilk yarısına rastlar. Önce erzurum ve Erzincan yörelerinde kondular. Yaptıkları savaşlarla birçok otlaklar kazandılar. Fakat buradaki otlaklar sürüleri için yeterli değildi. Güneye indikleri esnada,Fırat nehrini geçerken,başlarında bulunan Süleyman Şah boğularak öldü. Aşirette dağılmalar oldu. Aşiretin bir bölümü, başında Süleyman Şah'ın oğullarından Gündoğdu ve Sungurtekin olduğu halde eski yurtlarına döndü. Geri kalan bölümü ise Ertuğrul ve Dündar beylerin yönetiminde bir süre Doğu Anadolu'da, Sürmeliçukur'da kalıp, daha sonra batıya yöneldi.Yollarının üzerinde savaşan iki ordu görmüş ve yenilen tarafa yardım ederek onların zafere ulaşmalarını sağlamışlardı. Yenilmek üzereyken zafer kazanan Anadolu Selçukları'nın hükümdarı Alaeddin Keykubad da minnet borcunu ödemek için onlara Ankara'nın batısındaki Söğüt'le Domaniç'in , Ermeni Derbendi'nin en verimli kesimlerini yaylak ve kışlak olarak (yazın ve kışın konaklayacakları yer) verdi.

Kayılar'ın geri kalan bölümünün başındaki Ertuğrul Gazi şimdi bir "uç beyi" olmuştu. 1281 yılında Ertuğrul Gazi hayata gözlerini kapadığı zaman, oğlu Osman Bey 23 yaşında onun yerine oturdu. Söğüt'te tahta çıktı.Bu devirde beylik 3000 km ölçüsünde bir yüzeyi kaplıyordu.

Osman Bey 1288 Domaniç savaşında birleşik Bizans tekfurlarını yenilgiye uğrattı. 1291 de Karacahisar'ı l299'da Bilecik, Yarhisar,İnegöl ve Pazarcık'ı beyliğin sınırları içine kattı. 14. yüzyıl başında,beyliğin sınırları 5000 km lik bir toprağı çevreliyordu. sakarya ırmağının bütün güney kesimlerini de ele geçiren Osman Bey, Marmara'ya yaklaşık olarak 50 km. mesafeye kadar sokulmuştu. 1288 yılındaki Domaniç Meydan Savaşı esnasında, Osman Bey'in kardeşleri Gündüzalp'le Savcı beyler şehit düşmüşlerdi. Osman Bey, aynı yıl içinde Yarhisar tekfurunun 13 yaşındaki kızıyla oğlunu evlendirdi. Ona "Nilüfer Hatun" adını verdi.

Artık yeteri kadar güçlendiğine kanaat getiren Osman Gazi, 1299 yılında egemenliğini duyurdu. Görünüşte gene Anadolu Selçukluları'na bağlı kalan Osman Bey, 1308 yılında son Selçuk hükümdarı 2. Mesut'un ölümü üzerine tam anlamıyla egemenliğini kazandı.

1308'de Akhisar'ı,Geyve'yi, 1313'te İnegöl Akhisarı'nı ele geçirdi. Bu arada Yenişehir ve Koyunhisar'da, Osman Bey'in adını alan Osmanlı devletinin sınırları içine katılmıştı. Osmanlı devletinin kuruluşundaki durumu daha ziyade bir "beylik" görünümündeydi. Dolayısıyla "Osmanlı Beyliği" diye anılması daha Doğru düşecektir.

Osman Gazi son yıllarında tüm askeri işleri oğlu Orhan Bey'e bıraktı. 1324 yılının Şubat ayında Orhan Bey tahta çıktığı zaman,beyliğin sınırları yaklaşık olarak 8000 km idi. Bursa'nın düşmesi de gün meselesiydi. Osmanlı İmparatorluğunun çekirdeği, temeli olan Osmanlı Beyliği de bir devlet niteliğini kazanmış bulunuyordu.

ATOM BOMBASI NEDİR?

Kararsız atomların çekirdeğindeki zincirleme bölünme reaksiyonunun bir anda ve patlama şeklinde olmasıyla ortaya çıkan enerji. Eğer zincirleme bölünme reaksiyonu, kontollu bir şekilde devam ettirilirse atom pili veya nükleer santral meydana getirilir.
Atom bombasının yapımı çalışmaları: Bazı atom çekirdeklerinin büyük birer enerji deposu olduğu, 1896’da Fransız fizikçisi Henri Becquerel'in radyoaktifliği keşfetmesiyle anlaşılmıştır. 1919’da İngiliz fizikçisi Rutherford azot gazı çekirdeğini, radyoaktif cisimlerin yaydığı alfa tanecikleri ile bombardıman ederek azot çekirdeğini oksijen çekirdeğine dönüştürmüştür:

Bu buluştan sonra çekirdek reaksiyonu üzerindeki çalışmalar artmış ve 1934 yılında İtalyan fizikçisi Enrico Fermi uranyum çekirdeği ile nötron taneciğinin reaksiyonundan, atom numarası daha büyük olan transuranyum denilen yeni elementlerin meydana geldiğini ileri sürmüştür. Bu bilgilerden faydalanan Alman kimyacıları Otto Hahn ve F. Strasmann 1938 yılında uranyum çekirdeğini nötron bombardımanına tabi tutarak yaklaşık aynı boyda iki çekirdeğe bölmüşlerdir.
Bir uranyum 235 çekirdeğinde 92 proton ve 143 nötron vardır. Kararsız olan bu çekirdekte enerji fazlalığı olup, her an patlamaya hazır vaziyettedir. Böyle bir çekirdeğe bir nötron daha gönderildiğinde daha yüksek enerjili hale gelir. Bu enerji fazlalığı çekirdeğin küresel şeklini bozarak iki parçaya bölünmesine sebep olur. Bölünme sonucunda meydana gelen radyoaktif baryum ve kripton bir süre beta ışını yayarak kararlı hale geçerler. Ayrıca fazla miktarda enerji ve nötron açığa çıkar. Açığa çıkan nötron, reaksiyonu devam ettirir.

Her bir çekirdeğin bölünmesinden çok fazla miktarda enerji meydana gelir. Buna göre bir kilogram uranyum 235 çekirdeğin bölünmesiyle açığa çıkan enerji 2500 ton kok kömürünün yanmasıyla açığa çıkan enerjiye eşittir.
Bu çalışmalar İkinci Dünya Savaşının yaklaştığı bir zamanda Alman kimyacıları tarafından yapılmaktaydı. Amerika Birleşik Devletleri, Almanların atom enerjisinden faydalanarak bomba yapabileceklerini düşünerek, Almanlar’dan önce sonuca ulaşabilmek için metalurji projesi kod adıyla çalışmalara başlamışlardır. Proje İtalyan fizikçisi Enrico Fermi tarafından yönetilerek 1942 yılında Uranyum çekirdeklerinin zincirleme parçalanması gerçekleştirilmiş ve 2 Aralık 1942’de ilk reaktör çalıştırılmıştır. Bu tarih atom çağının başladığı gün olarak kabul edilir. Böylece atom bombasının yapımı için ilk adım atılmıştır.
İkinci Dünya Savaşına katılmış olan Amerika, atom bombasının yapımı için New Mexico eyaletinde Los Alamos’da atom bombası yapım merkezi kurmuştur. Bu bölge askeri yasak bölge ilan edilerek adı haritadan silinmiş, atom fizikçisi Prof. Dr. Oppeheimer başkanlığındaki 5700 kişilik bilim ordusu çalışmalarını sürdürmüştür. Bu merkezde 1945 yılı başında bombanın esas maddesi olan saf uranyum 235 ve plutonyum 239’dan 50’şer kilogram elde edilmiştir.
1945 yılı Temmuz ayında dünyanın ilk atom bombası hazırlanmıştır. Bunlardan uranyum 235’ten yapılan atom bombasına (little boy), plutonyum 239’dan yapılana ise (fat man) adı verilmiştir. Bu bombalar saniyenin milyonda birinde, bir milyon kere milyon kilo kalori enerji açığa çıkarmaktadır. Bu enerji havayı ısıtarak 12.000 m yüksekliğinde bir bulut meydana getirmekte, rüzgarlarından binalar yıkılmakta ve 400 m çapındaki alanı eriterek ateş gölü haline getirmektedir.

Atom bombasının kullanılması

Amerika Birleşik Devletleri tarafından 6 Ağustos 1945 günü ilk uranyum bombası Japonya’nın Hiroşima ve 9 Ağustos 1945'te plutonyum bombası Nagazaki'ye atılmıştır. Bunun sonucunda Japonya teslim olarak İkinci Dünya Savaşından çekilmiştir. Bombaların etkisi ile 300.000'den fazla insan ölmüş, 250.000 kişi yaralanmış ve radyoaktif ışınlardan zarar görmüştür. Aradan 50 yıla yakın bir süre geçmesine rağmen, halen bölgedeki korku ve huzursuzluk sürüp gitmektedir.
Atom silahları patlayınca, hemen şiddetli bir rüzgar etrafa yayılır. Bu rüzgar beş saniye sürer. Sonra etraftan buraya, ikinci bir rüzgar gelir. Bu rüzgarlar, binaları, ağaçları yıkar. Ancak kuvvetli çelik çerçevelerle takviye edilmiş betonarme yapılar, bunlara dayanabilir. Gamma ışınları, kandaki akyuvarları (lökositleri) tahrip edip, alyuvarların (hematilerin) üremesini men eder. Hiroşima’da bu ışınlarla 9000 kişi ölmüştür ki, bu miktar, bütün zayiatın % 15’i kadardır. Patladığı yerden itibaren birkaç kilometreye kadar şiddetli tesiri vardır. Otuz üç santimetre kalınlığında çeliğin, bir metre betonun, yüz altmış yedi santimetre toprağın; atom bombası tesirinden korudukları tespit edilmiştir. Bugün, tesiri daha fazla ve daha korkunç atom bombaları yapılmaktadır. Fakat, şimdi, atom bambasından endişe ve korku kalmamış gibidir. Çünkü, haber alma merkezlerindeki radarlarda, düşmanın bomba taşıyan uçağının harekete geçtiği görülür. Yerden idare edilen roket atılarak, tam isabet ile, bomba, düşmanın memleketi üzerinde patlatılacak, onun bombası ile kendisi imha edilebilecektir.
Haberleşmede meydana gelen ilerlemelerin sonucu olarak, radar merkezinde, herhangi bir şehirden, bir üsten kalkan uçağın, cinsi, yüksekliği, hızı, uçuş istikameti, her an görülmektedir.Keşif uçakları ve gemiler, düşmanın binlerce kilometre uzaktaki hareketi, ekranda seyredilmektedir. Tam isabetli roket ve füzeler gönderilerek, düşmanın hareketi önlenmektedir.
Bugün ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, İtalya, Pakistan, Mısır, Japonya ve Almanya bu savunma vasıtalarını kendileri yapmaktadırlar. Müttefik oldukları memleketlerde de bu merkezler kurulmuştur. Bugün atom bombasına sahip ülkeler ABD, Rusya, İngiltere, Fransa ve Çin halk Cumhuriyetidir. Bu devletlerin elindeki toplam güç, Hiroşima’ya atılan ilk atom bambasının 500.000 katıdır. Buna karşılık bu silahlardan korunma çareleri üzerinde de devamlı çalışılmaktadır.
Atom çekirdeğinde saklı olan bu muazzam enerji, akıllı insanları düşündürmektedir. 1956 yılında Türkiye’ye gelip, atomda saklı muazzam enerji hakkında seri konferanslar veren atom bilimcisi W. Heisenberg sözlerini şöyle bitirmişti: "Bütün konferanslarımda atomdaki enerjiden nasıl istifade edilebileceğini anlattım. Şimdi aklımıza haklı olarak şu soru gelmektedir. Bu muazzam enerjiyi, küçücük yere kim ve nasıl koydu?

YILDIRIM NASIL DÜŞÜYOR YILDIRIM NEDİR?

Gökyüzünde yılda 3 milyar şimşek veya yıldırım oluşmaktadır. Bir diğer deyişle yılın herhangi bir zamanında dünyanın üstünde 2000 yıldırım bulutu vardır ve dünyamıza her saniyede 100 yıldırım düşmektedir. Güçlü bir fırtına, Hiroşima'ya atılan Atom bombasından 100 kat daha fazla enerji açığa çıkarmaktadır. Kim bilir? Belki bir gün gelecek yıldırımları da enerji kaynağı olarak kullanmayı öğreneceğiz.
Bu gök olayı insanlığın ilk tarihinden itibaren ilahi bir işaret olarak görülmüştür. Yıldırım düşmesi insanlar için tehlikeli olmasına rağmen insan yaşamına faydası da vardır. Yıldırımlar yeryüzündeki bitkiler için faydalı maddeler olan nitratlar ve oksijenin de yeryüzüne inmesine neden olurlar.
Her şey güneş ışıkları ile yeryüzünde ısınan havanın yükselmesi ile başlıyor. Tabii içinde buharlaşan suyu da yukarı taşıyarak. Bu yükselen hava yaklaşık 2-3 kilometreye ulaşınca havanın soğuk katmanlarına rast geliyor. Soğuk havalarda nefes verince nefesimiz nasıl buharlaşıyorsa aynen o şekilde buharlaşıyor ve gördüğümüz bulutu oluşturuyor. Bu bulutlar daha sonra hava akımları ile 20.000 metreye kadar tırmanabiliyorlar.
Aslı tam bilinememesine rağmen bulutların bu yükselişleri sırasında içlerinde oluşan buz kristallerinin birbirlerine sürtünerek bir statik elektrik enerjisi açığa çıkardıkları öne sürülüyor. Bu elektrik enerjisi bulutların üst katmanlarında pozitif(+), alt katmanlarında ise negatif(-) yüklü olarak birikiyor. Bulutun içindeki yük havayı iyonize edecek güce ulaştığında şimşek oluşuyor.
Yağmur bulutlarının alt yüzeylerindeki büyük negatif yük içindeki elektronları iterek orayı da pozitif yüklü hale getiriyor ve bu yük saniyede 1000 kilometre hızla toprağa iniyor, yani kısa devre yapıyor. Yıldırımın bu andaki ısısı 30.000 derece olup güneşin yüzeyindeki ısının 5 katı kadardır.
Yıldırım düşerken çok şaşırtıcı bir şey oluyor. Yerden de buluta doğru bir boşalma oluyor. Yerden 100 metre yükseklikte bu iki akım birleşiyor ve iletkenliği çok fazla olan bir koridor oluşuyor. İşte bundan sonra yıldırımı hiçbir şey durduramaz, pozitif yük hızla buluta doğru onu nötr hale getirmek için yükselir. İşte yıldırımın havadan yere mi, yoksa yerden havaya mı oluştuğunu yaratan soru bu.
Bu koridordan yerden göğe doğru neredeyse ışık hızının üçte biri hızla yükselen akım yıldırımın göze gelen şiddetli ışığını da yaratır. Ardından yine yukardan yere iner ve iki taraf arasındaki potansiyel farkı sıfırlanana kadar bu olay 10-12 kez tekrarlanabilir.

BİR UÇAK NASIL UÇAR?

Bir uçak nasıl uçar? Sanılanın aksine bir uçağı havada tutan parçası motor değil kanadıdır. Motor sadece öndeki havayı alır ve arkaya doğru iter.Bu bir itme gücü (thrust) sağlar. Bu güç sayesinde uçak ileri doğru hareket eder. Uçak ileri doğru hareket ederken kanadının kesit (Airfoil) yapısından dolayı kanadın alt yüzeyinde yukarı doğru bir kaldırma kuvveti (Lift) doğar. Bu arada da hava, içinde ileri doğru hareket eden uçağa karşı bir direnç (drag) gösterir. Uçağın sürati arttıkça kanadın kaldırma kuvveti artar. Bu kaldırma kuvveti yerçekimi (Gravity) ve hava direncinin (Drag) toplamından fazla olduğunda uçak yerden havalanır. Kısacası uçak uçmaya başlar.
Uçakların nasıl uçtuğunu anlayabilmemiz için öncelikle kuşlara bakmalıyız. Çünkü insanlar uçmak için kuşları uzun süre gözlemlemişler ve onları örnek almışlardır. Kuşlar uçma eylemini en başarılı olarak gerçekleştiren canlılardır. Kuşlar mükemmel uçuşlarını iki yöntemin birleşimiyle ortaya çıkarırlar.
# Birincisi kuşlar her kanat çırptıklarında kanatları altındaki havayı hızla aşağı doğru iterler. Bu hareket onların etki tepki prensibi sayesinde havada yükselmelerini sağlar.
# İkincisi kuşların kanadı özel aerodinamik yapıya sahiptir. Bu sayede kanatları havada hareket ederken aynı zamanda taşıma kuvveti oluşturur. Bu taşıma kuvveti ise onların havada tutunabilmelerini sağlar.

Önce kanat çırparak yükselirler, sonra irtifalarını hıza dönüştürerek kanatlarında taşıma kuvvetinin oluşmasını sağlarlar. Daha sonra yeniden kanat çırparlar, yeniden hız kazanırlar ve hızın artışıyla artan taşıma kuvveti sayesinde havalanırlar.
Uçmak, esasında, havadan ağır bir cismin, havada, belli bir irtifada tutunabilmesi ve hava içinde hareket edebilmesidir. Hava içindeki bir cisim, işgal ettiği hacim kadar havanın ağırlığına eşit bir kuvvet ile aşağıdan yukarıya itilir. Eğer bu kuvvet cismin ağırlığından küçük ise, bu itmeye rağmen cisim yerde kalır. Kuvvet ağırlığa eşit ise cisim, zeminde ise zeminde, havada ise havada ve hangi durumda bulunuyor ise o durumda kalır. Kuvvet ağırlıktan büyük ise cisim yukarıya doğru yükselir.



Bu tarife göre, hava içinde, aşağıdan yukarıya yükselen sıcak hava ve aynı şekilde aşağıdan yukarıya yükselme özelliğindeki hafif gazlar için uçma tabiri kullanılamaz. Keza, havada bir nevi süspansiyon halinde duran su buharı veya bulut ile, bacalardan çıkan sıcak gaz ve katı zerrelerden, partiküllerden müteşekkül duman için de, havadan ağır olmalarına rağmen ve hava içinde tutundukları halde, uçtukları söylenemez.Duman uçuyor, bulut uçuyor denmez. Buna mukabil, havadan ağır olan uçurtma, sönmüş vaziyette iken, yapıldığı malzeme itibariyle, havadan ağır olan balon ve zeplin, her halükarda havadan ağır vasıtalar olan uçak, planör, helikopter, kuşlar ve kanatlı böcekler için uçma tabiri rahatça kullanılabilir ve kullanılmaktadır.

Yukarıdaki tarife göre, uçma mefhumunda iki temel unsur vardır:
a-) Havada belli bir seviyede TUTUNMA
b-) Genel olarak hava içinde HAREKET ETME, yer değiştirme, deplasman yapma.

Ancak, şüphesiz bunun istisnaları vardır. Mesela uçurtma, havada, onu yere bağlayan ipin ve rüzgar durumunun müsade ettiği nispette belli bir irtifada tutunur, hafif çırpınmalarla uçar. Ancak, onu yere bağlayan ip sebebiyle rüzgar istikametinde hareket edemez. Helikopter, gereğinde ve arzu edildiğinde, belli bir irtifada hareketsiz kalabilir. Fakat bunlar için de uçma tabiri kullanılır. Çünkü, uçmalarına engel olan faktör ortadan kaldırılınca uçabilirler ve uçmaktadırlar.

Balon ve zeplin gibi, işgal ettiklleri hacmi dolduran havadan hafif olan vasıtalar da (eğer rüzgar yok ise) sadece, belli bir irtifada hareketsiz olarak kalırlar. Rüzgar çıkınca da rüzgar hızı ile, rüzgar doğrultusunda hareket ederler.

Görüldüğü gibi, havadan hafif vasıtalar bakımından tutunmak için muhakkak hareket şart değildir. Helikopter ve böceklerde hareket yok iken tutunma mümkün gibi görünüyor ise de, burada hareket halinde olan tutunmayı temin eden kuvveti meydana getiren kanatlardır. Aksi halde havadan ağır olan bu gibi vasıta ve böcekler için tutunma mümkün olamazdı. Demekki, havadan ağır bir vasıta veya böceğin havada tutunması için muhakkak hareket lazımdır. Yani TUTUNMA ancak hareket ile mümkündür.

Havadan ağır olan uçak gibi vasıtaların hareketi ya doğrudan doğruya üzerlerinde bulunan güç gurubunun hasıl ettiği çekme veya itmeyle (motor) veya bir başka vasıtanın çekip hareket ettirmesiyle (planör) olmaktadır. Bir uçakta taşıma kuvveti kanatlar ve yatay kuyruklardır. Motorlar itme veya çekme kuvveti sağlar. Uçağında hızından dolayıda bir sürükleme kuvveti vardır. Uçağın ağırlığı ile beraber, uçağa dört kuvvet etki eder.

Otomobillerin direksiyonu döndürülerek yön değiştirmesi çok basit bir işlemdir. Bu hareket düşey eksen etrafında olur. Uçakların yön değiştirmesi ise uzunlamasına, yanlamasına ve düşey üç eksen etrafında olur.

Uzunlamasına Eksen : Bir uçağın ağırlık merkezinden geçerek burnundan kuyruğuna uzanan eksendir. Uçağın boyuna ekseni etrafında yaptığı harekete yatış hareketi denir. Uçağın bu eksen etrafındaki hareketleri kanatçık, elevon ve spoiler ile kontrol edilir.

Yanlamasına Eksen : Uçağın ağırlık merkezinden geçerek bir kanat ucundan diğer kanat ucuna doğru uzanan eksendir. Bir uçağın burun ekseni etrafında yaptığı harekete yunuslama denir. Uçağın burun ekseni etrafındaki yunuslama hareketi, irtifa dümeni (elevator), hareketli yatay stabilize (stabilizatör) ve elevonlar tarafından kontrol edilir.

Düşey Eksen : Uçağın ağırlık merkezinden geçerek gövde alt kısmına uzanan eksendir. Bir uçağın düşey eksen etrafında yaptığı harekete sapma hareketi denir. Bu hareket istikamet dümeni tarafından sağlanır.
* Bir uçağın yerden kesilmesi ve havada tutunabilmesi için her ne kadar minimum uçuş hızı yeterli isede, emniyetli bir kalkış için bu hızın % 15 kadar fazlası öngörülür.

Bir uçakta:
# Taşıyıcı yüzeyler (kanat) - toplam yapı ağırlığının %36
# Güç gurubu (motorlar) - toplam yapı ağırlığının % 6.5
# Kuyruk yüzeyleri - toplam yapı ağırlığının % 6.5
# Gövde - toplam yapı ağırlığının % 35.5
# İniş takımları - toplam yapı ağırlığının % 14.5
# Teçhizat - toplam yapı ağırlığının % 7.5'u
olmak üzere altı ana yapıdan oluşur. Uçağın kullanım amacına göre bu elemanların yapı ağırlığı içindeki oranı değişebilir. Mesela çok modern bir uçakta techizat ağırlığı toplam ağırlığının % 10' una yakındır.

Bu ana elemanlar içinde kanatlarla kuyruk yüzeyleri, kesitlerinin ve havaya nazaran duruşlarının arz ettiği özellik dolayısı ile hava içindeki hareketleri sırasında harekete engel sürükleme kuvveti ile birlikte uçağı havada tutan taşıma kuvvetini de meydana getirirler. Bu sebeple bu elamanlara AKTİF ELEMANLAR denir. Halbuki, gövde, güç grubu, iniş takımları, vs. gibi elemanlar hava içindeki hareketlerinde sadece sürükleme doğururlar, hiçbir suretle taşıma meydana getiremezler. Bu sebeple bu gibi ana elemanlara da uçağın PASİF ELEMANLARI denir..

PİSAGOR BAĞINTISI NEDİR?

M.Ö. 570 – M.Ö. 495 tarihleri arasında yaşamış olan İyonyalı filozof (Pythagoras) Pisagor’un bulmuş olduğu ,dik üçgenlerde kenarlar arasındaki ilişkiyi anlatan bir kuraldır.Bir dik üçgende hipotenüsün uzunluğunun karesi, diğer dik kenarların uzunluklarının kareleri toplamına eşittir. Bu bağıntıya (Pythagoras) Pisagor Bağıntısı denir.Hipotenüs 90 derecenin karşısındaki kenardır. 90 derecelik açıyı oluşturan kenarlar da dik kenarlardır.
Pisagor Bağıntısını Sağlayan Kenar Uzunlukları Rasyonel Sayı Olan Bazı Özel Dik Üçgenler:
1) 3 – 4 – 5 DİK ÜÇGENİ:
Bir dik üçgenin kenar uzunlukları 3’ün , 4’ün katları ise, hipotenüsü de 5’in katıdır.Bu dik üçgenin kenar uzunluklarının genişletilmiş halleri de Pisago Bağıntısı’nı sağlar.
ÖRNEK: 6 – 8 -10 , 9 -12 – 15 , 12 – 16 – 20 v.b.
2) 5 – 12 – 13 DİK ÜÇGENİ:
Bir dik üçgenin kenar uzunlukları 5’in , 12’nin katları ise, hipotenüsü de 13’ün katıdır.
3) 8 – 15 – 17 DİK ÜÇGENİ
Bir dik üçgenin kenar uzunlukları 8’in , 15’in katları ise, hipotenüsü de 17’nin katıdır.
4) 7 – 24 – 25 DİK ÜÇGENİ
Bir dik üçgenin kenar uzunlukları 7’in , 24’in katları ise, hipotenüsü de 25’in katıdır.
5) 11 – 60 – 61 DİK ÜÇGENİ
Bir dik üçgenin kenar uzunlukları 11’in , 60’ın katları ise, hipotenüsü de 61’in katıdır.
6) 9 – 40 – 41 DİK ÜÇGENİ
Bir dik üçgenin kenar uzunlukları 9’in , 40 ın katları ise, hipotenüsü de 41’in katıdır.
7) 13 – 84 – 85 DİK ÜÇGENİ
Bir dik üçgenin kenar uzunlukları 13’ün , 84’in katları ise, hipotenüsü de 85’in katıdır.